Bilgi
Web sitemize hoşgeldiniz.

  • TARİH: 24.09.2025
CEHALETTEN GAFLETE

CEHALETTEN GAFLETE

CEHALETTEN GAFLETE

36 yıllık eğitimcilik hayatımda sanırım en az yarım milyon insanın derslerine girmiş, konuşmuş, dertlerini dinlemiş, sıkıntılarını gidermeye çalışmışımdır.
Hemen her sınıftan, zümreden veya sosyal kesimden geniş kitlelerle bağlar kurabilen bir mesleğin icracısı olmak, toplumu tanıma, anlama, onun dokusundaki, düşünce dünyasındaki değişimleri daha iyi gözlemleyebilme olanağını da kazandırır eğitimcilik.
Özellikle son yıllarda bir şeylerin iyiye gitmediğini, toplumsal dokumuzda, mayamızda bir şeylerin değiştiğini her gün daha fazla hissediyorum.
Örneğin eğitimcilik hayatımın ilk yıllarında daha saygılı, edepli genellikle eğitimcinin otorite olduğunu gözlemliyordum. Şimdi başka bir biçime doğru değiştiğini adeta veli ve öğrencinin otorite olduğunu gözlemliyorum. Bu elbette sadece eğitimci öğrenci ilişkilerine özgü bir durum değildir.
Herkesin her konuda “fikir” sahibi olduğu, hastanın hekimden daha çok hekim, futbol seyircisinin hepsinin birer teknik direktör, sinema seyircisinin birer aktör, yediden yetmişe herkesin siyaset bilimci, “sallandıracaksın iki tanesini taksim meydanında bak bir daha oluyor mu?” tarzında müthiş çözüm önerileriyle herkesin sosyolog, cüppelisi, cüppesizi, sakallısı, sakalsızı, sarıklısı, kravatlısı herkesin din eğitimcisi olduğu garip durumla karşı karşıyayız.
Günümüz iletişim teknolojilerinin yarattığı bilgiye erişim kolaylığının da bunda rolü olduğu elbette yadsınamaz.
Ama ben problemin kaynağının farklı olduğu kanaatindeyim.
Ne olup bittiğini daha iyi anlamak için sanırım iki kavram üzerinde durmamız gerekiyor.
1. Cehalet ,
2. Gaflet.

Cahil en genel anlamıyla, bilmeyen demektir. Bir konu, bir nesne ya da bir durum hakkında bilginiz yoksa o konu, nesne, ya da durumun cahilisinizdir.
Gafil ise sözlüklerde;
– Aymaz,
– Çevresindeki gerçekleri göremeyen ya da sezemeyen,
– Geleceğini, ilerisini düşünmeyen ve önemsemeyen, anlamların da kullanılmakla beraber esas olarak “bilmediğini de bilmeyen” demektir.
Hatta bir adım daha götürürsek gafil “kendini bilmeyen” demektir.

Bu iki kavram üzerinde tanımlarının ötesine geçerek biraz daha durmanın faydalı olacağı inancındayım.
Cahil, bilmediğinin farkındadır. Bilmediğini kabul eder. Bu kabul onu öğrenmeye yatkın kılabilir, en azından âlime yani bilene hürmet etmeyi sağlayabilir.
Oysa gafil asla bilmediğini kabul etmez, dolayısıyla asla öğrenmeye yatkın değildir ve âlime saygısı olmaz.
Cahil, hayret etme, şaşabilme kabiliyetini henüz yitirmeyendir. Merak edebilir soru sorabilir, en azından eğitilebilme potansiyelini taşıyabilir.
Ama gafil asla hayret duygusunu yaşamaz, düşüncelerini sorgulamaz, hatalı olabileceğini kabul etmez, eğitime ihtiyacı duymaz.
Cahil, âlim karşısında eziktir, bilenin otoritesini kabul eder ve genellikle bu otoriteye pek de sorgulamadan boyun eğer.
Gafilin ise kendisi otoritedir. Başka otoriteden, hele de âlimin otoritesinden nefret eder.
Cahil henüz realiteden kopuk değildir, gerçeği bilmese de sezgisel olarak gerçeğe yakındır yani gerçekle arasında köprü kurabilme kabiliyetini yitirmemiştir.
Gafil realiteden tamamen kopmuştur, kendi hayal dünyasında safsata ile örülmüş yüksek duvarların ardında yaşar, gerçeğe ulaşmak için gerekli tüm bağları reddeder.
Kısacası cahil uyanabilir olandır, gafili uyandıramazsınız.
Elbette her insanın her konuda bilgi sahibi olması ne mümkündür ne de gereklidir.
Hepimiz bir şeylerin bilgisine sahipken bir şeylerin de cahili olmaya devam edeceğiz.
Her zaman bilmediklerimiz bildiklerimizden fazla olacaktır. Âlimden kastımız her şeyi bilen cahilden kastımız hiçbir şey bilmeyen demek değildir.
Bu kavramlar arasındaki farklar daha etraflıca tartışılabilir ama bu yazıdaki derdimi anlatabilmek için bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyorum.
Okulun kapısından, önünü ilikleyerek, şapkasını utangaçça elinde büzüştürerek içeri giren ve bir hizmet değil de adeta lütuf bekleyen insandan, kapıyı tekmeleyerek giren ve müdürün onun tüm isteklerini yerine getirmekle görevli bir hizmetkar gibi gören insana geçiş ne anlama gelmektedir?
Bu cehaletten gaflete geçiş değil de nedir?
Bu geçiş nasıl olmuştur?
Cehalet çok övülürse gaflete dönüşür.

Elbette ister tek tek bireylerin olsun, ister bir bütün olarak toplumun olsun, davranış değişiklikleri, yaşadıkları ekonomik, sosyal, siyasal atmosferden bağımsız düşünülemez.
Halk dalkavukluğu; yönetenlerin iktidarlarını tehlikede gördükleri her dönem başvurdukları, kitlelerin en geri yanlarını okşama, en ilkel güdülerini harekete geçirme, deyim yerindeyse aşağılık duygularını içi boş bir özgüvenle doldurma çabasıdır diyebiliriz.
Halk dalkavukluğunun temelinde cehaletin övülmesi adeta bir fazilete dönüştürülmesi vardır.
Elbette tarihi yeni değildir.
Kitlelerin adam yerine konmaya başlandığı kısmi demokrasilerden günümüze egemen gücün az veya çok hep kullandığı bir yöntem olmuştur.
Ama kuşkusuz zirvesine her zaman faşist ve totaliter rejimlerde ulaşmıştır. Son yıllarda ülkemizde de bu popülist yaklaşımın siyasetin temel propaganda biçimi haline geldiğini görüyoruz.
Bizde halk dalkavukluğunun temel kanıtı batı hayranlığı yerine batı düşmanlığının ikame edilmesi oldu.
“Batı bizi kıskanıyor” kanıtı aslında her şeyi anlatmaktadır.
Hep başkalarına imrenerek, başkalarını kıskanarak yaşamış bir insanın artık kendisine imrenildiğini ve hatta kendisinin kıskanıldığını düşünmesinin yarattığı ruhsal tatmini bir düşünün.
Böyle bir tatminin yarattığı “gurur” şatolarında yaşayan insanların başlarını pencereden dışarıya uzatıp, sokağın çıplak gerçekliğini görmek isteyeceğini düşünebilir miyiz?
Mesela, ona Almanya’nın yıllık ihracatının, Türkiye’nin de içinde bulunduğu 57 Müslüman ülkenin (1 milyar 600 milyon nüfusa tekabül eder) toplam ihracatının iki katı olduğunu söyleseniz sizi duyar mı?
200 yıldır aşağılık duygusunun çölünde kavrulmuş bu insanlar, gölgesine sığındıkları devasa binaların bedelini merak eder mi sanıyorsunuz?
Halk dalkavukluğunun bir başka davranış biçimi ise cehaletin ödüllendirilmesidir.
Örneğin, hiçbir ekonomi ya da iktisat eğitimi almamış bir kişinin kamu iktisadi teşkilatlarının yönetimine atanması sadece liyakat açısından tartışılırsa bence mesele çok da doğru anlaşılmış olmayacaktır.
Bence burada kitlelere verilmek istenen mesaj farklıdır. Cehaletin ve sadakatin ödüllendirilmesi ve cesaretlendirilmesi hedeflenmektedir.
Bu tür ödüllendirilmeler, yoksul ve eğitimsiz insanlara iktidarda kendilerinin olduğu, ülkeyi kendilerinin yönettiği hissini vererek gaflet uykusunu sürdürmelerine hizmet etmeyi amaçlar.
Bu tartışmaların toplumun eğitimsiz kesimlerine verdiği subliminal mesajlar, onların kendilerini iktidara yakın hissetmelerini sağlarken, toplumun eğitimli kesimlerinde hayal kırıklığı, umutsuzluk giderek derinleşmiştir.
Sözün özü, eskilerin “Arif “dediği, günümüz diline “kendini bilen” olarak çevirebileceğimiz insan yetiştirmekle cehaletin ve gafletin kökü kazınabilir.

Sosyal Medyada Paylaşın:
Önceki Yazı

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?